Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Dünyayı kurtarmak isteyen "işçi arı"
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yorgos Lanthimos’un yeni filmi “Bugonia”, 2003 tarihli Güney Kore filmi “Save the Green Planet”in (Jigureul jikyeora!) yeniden çevrimi ve Hollywood’da 2020 yılından beri geliştirilen bir proje…

        Yapım süreciyle ilgili bilgilere baktığımızda, ilk planın, orijinal filmin yönetmeni Jang Joon-hwan ile çalışmak ve senaryoyu ABD’ye uyarlama işini Will Tracy’ye teslim etmek olduğunu görüyoruz. 2024’ün şubat ayında ise çeşitli nedenlerle karar değiştiriliyor ve yönetmen olarak Yorgos Lanthimos ile anlaşılıyor. Önceki filmlerinde olduğu gibi Lanthimos artistik kontrolü tümden üstüne alıyor, Will Tracy ile birlikte senaryoyu elden geçirip, son halini veriyor.

        Filmde önce hikâyenin merkezindeki üç karakteri tanıyoruz: Michelle Fuller (Emma Stone), Auxolith adlı ilaç şirketinin CEO’su… Onu lüks evinin bahçesinde sabah egzersizleri yaparken görüyor, dergilere kapak konusu olmuş çok başarılı bir yönetici olduğunu öğreniyoruz. Disiplin seven hırslı ve güçlü biri izlenimi veriyor bize. Ama yeni aldığı karar gereği, işi biten çalışanların 17.30’da çıkabileceğini söylerken kafası biraz karışık, heyecanlı ve şaşkın duruyor. Yöneticilikte ne kadar iyi olursa olsun insan ilişkilerinde çok başarılı olmadığını hissediyoruz.

        Teddy Gatz (Jesse Plemons) ve kuzeni Don (Aidan Delbis), Michelle gibi şehir dışında müstakil bir evde yaşıyorlar. Güzel zamanlarını geride bırakalı çok olmuş, hayli bir mütevazı bir ev bu… Teddy, konuşmayı pek sevmeyen, farklı biri olan Don’un yanında sürekli “öğreten adam” konumunda… Film zaten Teddy’nin arılar konusunda Don’a verdiği bilgilerle başlıyor. Onlar da sabah egzersizi yapıyorlar ama Michelle kadar havalı değiller. Teddy’nin kafayı nelere taktığını ve kuzenini nasıl yönlendirdiğini görünce, çocuklar kadar masum duran Don için üzülüyoruz.

        Sonra Don ve Teddy’nin uzun süredir neye hazırlandığına tanık oluyoruz. Filmin en komik sahnelerinden birinde, Michelle’i evinin bahçesinden kaçırıyorlar. Gerçi o seviyede bir CEO’nun kendi yaşam alanında o kadar savunmasız olabileceğine pek inanmıyoruz ama sabah antrenmanlarında dövüş çalışan Michelle’in ellerinden kurtulmaya çabalarken Don ve Teddy’yi patakladığı sahne hayli eğlenceli geliyor.

        Michelle’i zar zor kaçırıp evlerinin bodrumunda alıkoymalarının nedenlerine geldiğimizde, Teddy’nin zihninde şekillenen bir bilimkurgu komplosu çıkıyor karşımıza. Teddy, Michelle’in, Andromeda galaksisinden gelen ve dünyayı ele geçirmeye çalışan uzaylılardan biri olduğuna inanıyor. Asıl amacı, Ay tutulması sırasında Andromeda’dan gelen uzay gemisindekilerle yapacağı görüşmede Michelle’i pazarlık unsuru olarak kullanmak... Onlara “Michelle’i alın, Dünya’yı rahat bırakın” demeyi planlıyor.

        Kaçırma sonrası, hikâye genel olarak finale kadar “Michelle bir yolunu bulup kurtulabilecek mi?” noktasına kilitleniyor. Don genelde sessiz kalıyor ve Teddy ile Michelle arasındaki psikolojik savaşa pek müdahale etmiyor. Arada sinirlenen Teddy’ye sakin olmasını söylüyor sadece. Michelle ise kurtulmak için her yöntemi deniyor. Hatta uzaylı olduğunu kabul etme noktasına geliyor.

        “Bugonia”, kahkahalar attırmayan ama ince mizah duygusunu hissettiren bir kara komedi… Şiddet, işkence, acı ve ölüm gibi olaylar bile bazen trajikomik hal alabiliyor filmde. Özellikle finale doğru, detayına giremeyeceğim bazı sahnelerde ortada gülünecek hiçbir şey olmadığı anlarda dahi mizah duygusu iyi işliyor. Mizah, durum komedisi kadar oyunculuktan da destek alıyor. Emma Stone, Jesse Plemons ve Aidan Delbis, üstlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar. Üç karakter arasındaki çatışmalar ve ilişkiler, mizahın temelini oluşturuyor. Her şeyin merkezinde ise birçok açıdan karşı kutupları temsil eden Michelle ve Teddy arasındaki çatışma var.

        Öncelikle sınıfsal bir çatışma dikkat çekiyor. Michelle, kapitalizmi ve büyük şirketleri temsil ediyor. Teddy ise kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, doğa dostu bir arıcı olarak çıkıyor karşımıza. Don ile birlikte iyi dönemleri geride kalmış ailenin kalan son üyeleri gibi duruyorlar. Michelle’in temsil ettiği büyük sermayenin ezip geçtiği insanlar oldukları belli... İlerleyen sahnelerde Teddy’nin, Michelle’in fabrikasında çalıştığını öğrendiğimizde, ilişkinin başka bir boyutu daha beliriyor. Aynı zamanda yönetici / işçi konumundalar. Biri işe ciple, diğeri bisikletle gidiyor. Teddy amacını tüm gezegeni kurtarmak diye özetliyor ama Michelle daha ilk andan bunu kendisine karşı açılmış bir sınıf savaşı olarak değerlendiriyor. Biz de sınıf savaşı olarak görüyoruz açıkçası.

        Film ilerledikçe, geçmişte Michelle ile Teddy’nin arasında daha kişisel bir mesele olduğu anlaşılıyor. Teddy, annesinin (Alicia Silverstone) başına gelenlerden ötürü haklı olarak Michelle’i suçluyor. Dolayısıyla, rövanş hissi aşikâr ama buradaki kişisel çatışmanın sınıfsal tarafı inkâr edilemeyecek kadar açık...

        Belli ki Teddy, her açıdan istismar edildiğine inanıyor ve niyetini “şahsi intikam” olarak açıklamıyor. Çünkü sadece kendisinin değil başkalarının da sömürüldüğüne inanıyor. Açılış sahnesinde arılar üzerine yaptığı konuşmada, yaşanan ekolojik sorunların müsebbibi olarak uzaylıları işaret ediyor. Uzaylıların insanları yok etmeye tarım ve çevreye zarar vererek başladığına inanıyor. Ona göre arıların kaybolması, uzaylıların işi… Filmin adı da arılardan geliyor. Bugonyanın Yunanistan’da “yeni ölmüş bir hayvanın leşinden arıları çıkarmak için yapılan ritüel” anlamına geldiğini belirtelim.

        Final sahnesi itibarıyla tüm filmi bugonya üzerinden okumak mümkün aslında… Teddy, Don ve kendini işçi arı olarak görüyor sanki. İşçi arıların dişi olduğunu düşündüğümüzde, neden erkekliklerini yok etmek istediği biraz daha anlam kazanıyor. Michelle’i kendi kolonisini kurmayı amaçlayan Kraliçe Arı olarak görüp görmediği belli değil ama arı kolonilerinin çöküşü, filmin burada detayına giremeyeceğim metaforlarından biri.

        Uluslararası ilaç şirketi CEO’sunun ekolojik dengeyi bozan bir uzaylı olduğuna inanması; Yeryüzü’nü kurtarmak için “işçi arı” kimliğiyle herkesten önce harekete geçmesi, Teddy’nin hayal gücü ile bilinç dışı arasındaki ilişkiyi yansıtan bir durum. Yerçekimine meydan okuyarak balon gibi gökyüzüne doğru yükselen annesini iple tutarak Michelle’i dinlediği gerçek üstü “flash-back” sahne de filmin güçlü imgelerinden biri. Özetle, inandığı uzaylı fantezileri, Michelle’e karşı dolaylı olarak veya bilinçdışından verdiği sınıf savaşını yansıtıyor aslında.

        İlk bakışta sakin ve munis biri izlenimini veren, rehinesine saygısını takım elbise giyerek gösteren Teddy Gatz, öfkesi ve bastıramadığı şiddet duygusuyla bazen ürpertici olabiliyor. İçindeki marazi ve sapkın yanı bir anda gösterebiliyor. Zihnindeki uzaylı hikâyesine sonuna kadar inanıyor; aksini asla kabul edemediği için sinirleniyor. Onu en çok öfkelendiren olay ise annesinin bahsinin açılması… Michelle, sürekli zayıf yanını arıyor ama başlarda onu daha çok öfkelendiriyor. Sonlara doğru, Teddy’nin zayıf yanının önemsenmek ve saygı görmek kadar haklılığının kabul edilmesi olduğunu keşfediyor Michelle. Çünkü Teddy, benliğinden daha büyük epik bir hikâyenin kahramanı olma düşüncesine kaptırmış durumda kendini. Annesinin bahsinin açılması o yüzden sinirlendiriyor onu. Çünkü şahsi meselesi ile dünyayı kurtaran kahraman olmak istemesi arasına bir çizgi çekmek istiyor. Özellikle Don üzerinden gittiğimizde -ki Teddy’de de aynısını hissediyoruz- diplerdeki asıl arzu uzaya gitmek sanki… Yaşadıkları hayat öylesine büyük bir hayal kırıklığı ki kaçıp gitmek istiyorlar.

        Teddy’nin uzaylı olduğunu iddia ettiği Michelle, gizemini uzun süre koruyor. Soru işaretleriyle dolu bir karakter sonuçta... Aramızda hep bir mesafe var. Saçlarının sıfıra vurulmasına, maruz olduğu psikolojik ve fiziksel işkencelere üzülüyoruz. Kontrolü ele aldığında neler yapacağını pek kestiremiyoruz. Çünkü Michelle’in rasyonelliğinde belirli ölçülerde acımasızlık, soğukkanlılık, duygusuzluk ve hesaplılık hissediyoruz hep… Teddy ve Don’un deliliği ise tam aksine, bize daha insani geliyor. Teddy, şiddet, öfke gibi olumsuzlukların yanında acıma, zalim olmaktan duyulan utanç ve merhamet gibi duygulara da sahip mesela.

        Tüm bunlar, “Bugonia” üzerine düşünürken aklıma gelen fikirler, izlenimler… Lakin, hikâyeyi çok sevdiğimi söyleyemem. Son 15 dakikaya kadar “Evet, iyi hoş ama pek yeni bir şey yok” diye geçiriyordum içimden. Film bittiğinde “Evet, final yeni bir hikâyeye dönüştürüyor her şeyi” dedim. Ama olayların bağlandığı yeri etkileyici bulduğumu söyleyemem. Sadece matrak geldi bana. Bütün olarak filmi de çok sevmedim. Bende güçlü bir etki ve duygu bırakmadı.

        Michelle’in saf mantığı temsil eden acımasız rasyonalizmi; Teddy’nin zalimliğe uzanan saflığı ve Don’un içimizi parçalayan yalnızlığı… “Tüm bunlar içimi daha çok karartmanın dışında bana ne verdi?” sorusuna verecek yanıtım yok. Yer yer eğlenceli ve renkli olsa da karakterlerin daha kötüye gittiği, içten içe karanlık, karamsar bir film bence “Bugonia”. Lanthimos filmografisinde çok parlak bir yerde durduğunu düşünmüyorum.

        Son olarak, görüntü yönetmeni Robbie Ryan ile Lanthimos’un 35mm negatif filmle çalıştıklarını, son dönemde yükselişe geçen VistaVision tekniğini kullanarak 1.50:1 kadraj ölçüsüyle perdede hayli iyi sonuçlara ulaştıklarını söyleyelim. Her zamanki gibi geniş açılı lenslerden vazgeçmeyen Lanthimos, alan derinliğinin öne çıktığı canlı ve renkli bir dünya kuruyor.

        6.5/10